Sayfalar

8 Aralık 2010

Arzu Tramvayı Üzerine Feminist Bir Eleştiri



not: bu yazı filmin sonuyla ilgili gelişmeleri ele vermektedir.

Tenesse Williams’ın 1947 yılında yazdığı ve Broadway’de büyük bir başarı kazanan Pulitzer ödüllü oyunu Arzu Tramvayı, 1951 yılında Elia Kazan tarafından beyazperdeye aktarıldı. Başrollerinde Marlon Brando ve Vivien Leigh oynadığı film, ölen eşinin ardından ailesinden miras kalan toprağı elinden kaptıran Blanche`ın kardeşi Stella`nın yanına taşınması ve orada yaşadığı gerilimi anlatır.    
Aile topraklarını kaybetmiş olan Blanche New Orleans’ta yaşayana kız kardeşi Stella’nın yanına gelir. İki kız kardeş de aristokrat bir aileden gelmektedirler. Blance edebiyat öğretmenidir. Ancak Stella işçi sınıfından birisiyle evlenmiş, işçi mahallesinde tek yatak odalı bir evde yaşamaktadır. Stella kız kardeşini büyük bir sevinç ve konukseverlikle karşılar ancak kocası Stanley Blanche’ın gelişinden hiç hoşnut olmamıştır. Eşini kaybetmiş olan Blanche’ın sürekli geçmişini araştırır, genç kadına kötü davranır. Blanche, Stanley’nin arkadaşlarından biri olan Mitch ile yakınlaşır. Mitch kibar ve duygusal bir erkektir. Blanche’a aşık olmuştur ancak Stanley ve diğer arkdaşlarının Blanche’ın geçmişi hakkındaki sözleri yüzünden ondan uzaklaşır. Blanche ve Stanley arasındaki tartışmalardan birinde Blanche kırık bir şişeyle Stanley’e saldırır, ancak onun tarafından tecavüze uğrar. Filmin sonunda Blanche bir dokturun kolunda akıl hastanesine götürülür.             
Filmin başında New Orleans’a gelen Blanche’ın Arzu Tramvayı’na binip, Mezarlıklar Bölgesi’ne gitmek istediğini öğreniriz. Blanche`ın bu yolculuğu onun öyküsünün bir metaforudur. Arzulu ve genç bir kızken, zaman içerisinde yaşadığı hüsranlarla mezarlığa doğru yaklaşan yalnız bir kadın haline gelmiştir.
Filmde belirgin olarak görülen ikili karşıtlıklar şu şekildedir: Kadın / Erkek, Aristokrat sınıf / İşçi sınıfı, Çalışan kadın / Ev kadını, Hayal / Gerçek, Kırılgan / Sert, Kibar / Kaba, Medeni / Vahşi, Arzu / Ölüm                  
Filmde dört ana karakter vardır; Blanche, Stanley, Stella ve Mitch. İkili karşıtlıkların ilki bu karakterler arasındadır. Blanche dışarıdan gelendir, yabancıdır. Blanche bir yandan hayalperestliği, kültürü, zerafeti, saflığı ve güzellik sevgisini temsil eder, öte yandan sahtekarlığı, fanteziyi, zayıflığı ve çirkin gerçeğin reddedilmesini içinde taşır. Blanche DeBois ismi Fransızca “Beyaz Orman” anlamına gelmektedir. Bir sahnede söylediği “I do not want realism. I want Magic” (Gerçekçilik istemiyorum, sihir istiyorum) sözleri onun hayalperestliğine işaret eder. Blanche’ın kendi hayal dünyası ile gerçek dünya arasında da bir karşıtlık vardır.
Stella ise kız kardeşinin tersine büyük ideallere sahip değildir, elindekilerle yetinmeyi bilir, kocasına hayrandır ve onun tarafından bastırılmıştır. Ne yaparsa yapsın affetmeye hazırdır. Kocasının saldırgan davranışlarını normal bir şekilde, gülerek ve biraz da övünerek anlatır. Hatta bu hareketlerin kendisini heyecanlandırdığını söyler. Film boyunca pek çok kere kardeşi ve kocası arasındaki mücadelenin nesnesi olur. Stanley’in Blanche’a karşı takındığı düşmanca tavırlara karşı kız kardeşini korumak ister, ancak filmin sonunda kocasının tarafında olacaktır, hem kocasının karşısında zayıftır hem de hamiledir ve başka seçeneği yoktur.
Stanley ham fizikselliği, baskıcı kimliği, kişinin öz çıkarlarını ve mülkiyet hırsını temsil eder. Kavgacı, kaba ve maçodur, karısına el kaldırmaktan çekinmez. İkinci resimde Stella’yı dövdükten sonra ondan af dilerken gördüğümüz Stanley üzerindeki yırtık t-shirtüyle adeta bir orman adamını andırmaktadır.
Stanley, Blanche’ı geldiği ilk günden beri evde istememektedir ve bu yüzden ona kötü davranır. Bavulunu karıştırır, sorgular, geçmişini araştırır. Blanche ve Stanley arasındaki çekişme boyunca Blanche’ın yönelttiği hakaretler ve eleştiriler ona bir ayna tutar. Aynadaki kaba, sert ve maço kişiliği aslında Stanley de pek beğenmez. Stanley, Blanche sayesinde kendine dışarıdan bakabiliyordur ve kendini dışarıdan görmek, rahatsız edici olduğu kadar, onun kendisine bu farklı duyguları hissettirene karşı bir arzu beslemesini sağlar. Stanley`in Blanche`ı kontrol altına almak istemesinin bir nedeni de budur. Stella`nın hamile olması da Blanche`a yöneltilen arzunun bir nedeni olabilir.
Stanley’e karşıt olarak ise başka bir erkek kahraman Mitch karşımıza çıkar. Hala annesiyle yaşamaktadır, kibardır, duygusaldır ve centilmendir, Blanche’dan etkilenir. Ancak pasiftir, annesi ve arkadaşları Mitch`in kararlarını etkileyerek onun üzerinde bir baskı odağı oluştururlar.
Blanche, Mitch`le olan ilişkisinde, gölgede kalmaya mahkumdur. Işıkları kapatır, her zaman karanlıkta buluşmalar ayarlar. Bunun nedeni, ilerleyen yaşını gizlemek istemesidir. Yaşı konusunda söylemiştir. Aslında 30 yaşındadır, günümüzde rahatlıkla genç denecek bir yaşta olmasına rağmen, filmin çekildiği tarihsel dönemde bir kadının 30 yaşında olması erkekler tarafından arzulanmasını engellemektedir. Blanche “Beni arzu etmesine yetecek kadar kandırmaya devam edeceğim” der. Böylece, Mitch de farkında olmaksızın Blanche’ı konumlandırmış olur. Ancak, Blanche, Mitch`le olan ilişkisini, kendisine yönelen arzunun kaynağı olan bedeni yüzünden değil, ötekilerin bakışı yüzünden kaybedecektir. Çünkü, geçmişi peşini bırakmaz ve geçmişte yaşadıkları bugün için belirleyici olacak, Stanley`in planına yardımcı olacaktır. Blanche`ın sevgisini Mitch`e ispatlayamaması ve dayanamayıp yaşadıklarını dışavurması, hakkında dolaşan sözel gerçeklerden dolayıdır.  
Filmde kadına yönelik şiddetin yer aldığı üç önemli sahne vardır; Stanley’in Stella’yı dövdüğü sahne, üst kattaki komşunun eşini dövdüğü sahne ve son olarak da Stanley’nin Blanche’a tecavüz ettiği sahne. Ancak filmde tecavüz olayı son derece muğlaktır. Hatta Blance’in hastaneye gitmesine sebep olan deliliği bile bu muğlaklık yüzünden havada kalır.  Koluna girdiği doktora, kendi yönelimini en açık belirten cümleyi söyleyen Blanche, aslında iyi niyetlerine sığındığı erkek egemen bakış açısının "katı ve hoşgörüsüz" ahlaki buyurganlığı ve baskıları yüzünden içinde bulunduğu durumdadır. “Kim olursanız olun. Ben her zaman yabancıların iyi niyetlerine sığınırım.” Blanche'ın bu repliği, hala umutsuzca aradığı o zarafeti, içindeki o koca boşluğu bastırmak için yabancılara yanaşmasını, her yanaşmasında daha da batmasını, daha aşağılanmasını ve Stanley'in de üzerine çullanmasıyla tamamen kendini kaybetmesini özetler niteliktedir.
Arzu Tramvayı, yasemin kokusunun cazibesine kapılacak erkeklerden olmayan Stanley ile Blanche'ın aslında çoktan darmadağın olmuş o dantellerle bezeli, zarif, kırılgan dünyasının savaşını, Stella'nın vahşi çekiciliğe olan zaafını, etrafta yaşanan bütün ilişkilerin şehvet ve şiddet ekseninde sürüp gitmesini, dar sokaklarında arzu isimli tramvayın dolaştığı boğucu, kasvetli bir şehir tasviri eşliğinde etkileyici bir şekilde anlatmaktadır.
Kuralları erkeklerce belirlenmiş düzene direnen Blanche yeni bir hayata başlamak için geldiği şehirde, erkek egemen başka bir hayatla karşılaşmıştır. Geçmişindeki hayal kırıklıkları ve kız kardeşinin yanındaki sığıntı yaşantısından kurtulmak için çareyi de yine bir erkekte, Mitch’de arar. Onu elde edebilmek için bir süre bu düzenin kurallarına uymayı bile kabul etse de, baskılar yüzünden patlak verir. Bu noktada ise erkek şiddetinden kaçamayacak ve çareyi aklın kurallarını reddedip, deliliğe ve yine bir erkeğe, meslek olarak da başka bir otorite figürü olan doktora sığınmakta bulacaktır. Filmin kurduğu anlatıda erkek egemen düzenin kurallarından kaçış yoktur, böyle bir niyet derhal cezalandırılır, bu kaçış olsa olsa deliliğe sığınmakla mümkündür. Ancak böyle bir durumda bile erkek egemen düzen kadını ıslah etmek için hemen kolları sıvar.
Arzu Tramvayı’nı incelerken son olarak, filme uygulanan sansürlerden bahsetmek gereklidir. Oyunun orijinalinde Blance’ın ölen eşi homoseksüeldir ve bu yüzden intihar etmiştir. 60 yıl öncesindeki sosyal ve toplumsal yapı ve önyargılar düşünüldüğünde, bir tiyatro oyununda eşcinsellik, kadının erkek kurallarının egemen olduğu bir dünyaya direnmesi, tecavüz gibi konular cesur bir şekilde ele alınmışken, filmde eşcinsellik konusu tamamen atlanmış, Blanche’ın Stanley tarafından tecavüze uğraması ise son derece üstü kapalı biçimde geçilmiştir. Oyunun sonunda Stella her şeye rağmen kocasının yanında kalmayı seçer, filmin sonunda ise Stella kocasını terk eder ve böylece erkek cezalandırılmış olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...